21 Kasım 2013 Perşembe

First Memory

Aman tanrım,resmen bloga girince eski bir dostumu selamlar gibi oldum.Arka planımı,profil resmimi ve özellikle eski yazdıklarımı okurken bayağı bir eğlendiğimi itiraf etmeliyim.Özellikle de aşık olmakla ilgili yazdığım safsatalar yüzümde kocaman aptal bir sırıtış oluşturmayı başardı.Güldüm kendi kendime.Bir insanın bu kadar kısa bir süre içerisinde bu kadar çok şeyi bir arada yaşaması normal midir?

Biliyorum yazdığımdan hiç bir şey anlamadın sevgili blog ve okuyucusu olmayan sevgili internet sayfası.Çok normal hiç yadırgamıyorum.Ben uzun zamandır ne yazdım ne de sen okudun.Ama söz veriyorum bundan sonra daha fazla yazacağım.Çünkü artık yazacağım bir defterim yok.İmha edilmiş bir halde kim bilir nerede.

Tamam başlıyorum,öncelikle son yazmamın üzerinden 2-2.5 sene geçtiği için kısa bir özet geçeceğim.liseden mezun oldum ve YGS'den sonra büyük bir cesaret örneği gösterip -evet ben öyle yorumluyorum- dil alanına geçiş yaptım.En başından beri istediğim alan buydu.İlk sene gitmemeyi tercih edip kaldım.Karadeniz Teknik,Kocaeli falan filan bir şekilde geliyordu ama ben tercihimi son anda silip gitmemek yönündeki kararımı devam ettirdim.Ki ilerleyen zamanlarda da verdiğim bu kararla gurur duydum.Bir insan yapabiliyorsa en iyisini yapmalıdır,öyle değil mi? Biraz self-confident lazım :)  Bu sene kalmam bana sağlam bir dost kazandırdı.Bu en iyi sonucu.Çok yakın arkadaşlıklar edindim ama hele bir tanesi var ki adam gibi adam,kardeş gibi kardeş. Anlatınca bile göğsüm kabarıyor,mesaj atmak,vassaptan rahatsız etmek istiyorum :) Tam bir kaçık.

Aşk meşk olaylarına gelirsek geçen senelerden çok farklı olarak,apayrı bir konumdayım.Bir yandan çok huzurluyum,diğer yanım ise tam tersi;içi içini yiyor.Aslında bu bloga yazarken,yani en son yazarken aklımda başka birisi  vardı.Yada şöyle söyleyeyim,burayı yazmayı bıraktığımda hayatıma 'O' girmişti.O varken de yazmaya ihtiyacım kalmıyordu açıkçası.Buraya yazan kız son derece sorunlu ve içine kapanık bir kızdı.Ama şimdi yazan kız ne istediğini bilen ve bir hedefi olan bir kız.Eskiden neyi tutacağına karar veremeyen biriydi.Şimdi ise tuttuğunu koparacak diye umuyorum.Evet,kendimi Skins'de ki Effy Stonem gibi hissediyorum.Onun don't be pussy demesi gibi.Tamam alakasız oldu.Ama blogda küfür yok diye bir anlaşma imzalamadığıma yemin edebilirim.Ne yani? Neyse tamam tamam konudan çok çıktım.Ama uzun zamandır yazmıyorum paslanmışım kusura bakma.Eskiden olsa ellerim klavyede uçardı ama şimdi biraz daha düşünceli yazıyorum.
Hah ne diyordum:evet hayatıma o girmişti.Dış kapının dış mandalı değil,'O' dediğime bakma.Pek isim vermek istemediğimden. Neyse işte.Ben son derece kendine güvensiz son derece 'aptal'dım.Sonra hayatıma girdi ve bum! Bilirsin. (yazmadan önce bakışlarım uzun bir süre klavyede takılıyor.Ne yazacağıma karar veremiyorum.Ama yazmak istediğimden de eminim.) Nasıl anlatabilirim bilmiyorum. O hayatıma girmeden önce hayatım gökyüzü gibiydi.Yıldızlar vardı:nedenler. Devam etmemi sağlayan bazı irili ufaklı nedenler. Ama sonra o hayatıma bir meteor gibi girdi.Parlaklık vardı,güzellik vardı. Gözlerim kamaşmıştı.Bir süre sonra çıkması gerekti.Öyle gerekti çünkü birini çok seviyorsanız onu serbest bırakmanız gerekir. Her zaman değil.Ama bazı şartlar öyle gerektiriyor. Neyse işte,çıkmadan önce gözlerimi öyle bir almıştı ki,gözlerim şimdi hiç bir şey göremiyor. Nedenleri göremiyorum.Yıldızlar yok. Ne zaman yazsam içim bir tuhaf oluyor.Evet arkadaşlar,Murat Boz'un Özledim şarkısı burdan hepimize gelsin.Evet şu an onu dinliyorum. ''Ben özledim galiba seniii,bu yüzden bu kadar sitemleriiim.Sen üzülmeee acıdan bu sözleriiiiim.Karşımda görseeeem dolaaar gözleerim.''  http://www.youtube.com/watch?v=_exKXBB1hG0
Evet elektronik sayfa,hala çok seviyorum.

Amaaan ne yazdım yaa. Sık sık yazacağım bundan sonra.Bırakmayacağım söz.Hoşuma da gitti hem.Şu an gözümde gözlüklerim,siyah eşofman altım,okulumun eski İCAL spor üstü ve gri hırkamla tam bir rüküş şov içerisindeyim.Saçlarımı topladım tepeden inceden inceden yazıyorum.Hi-hi-hi!!

Çözülecek bir sürü test,ezberlenecek kelimeler,girilecek bir sınav,kazanılacak bir 9 Eylül var.Çok çok öptüm.

24 Ağustos 2012 Cuma

Bilge Adamın Korkusu |The Wide Man's Fear

Her güzel şeyin bir sonu var nihayetinde. Kvothe'dan ayrılmak istemiyor olmamın verdiği ayak sürüme, ağırdan alma hissiyle birlikte toplamda iki dönüden biraz daha uzun sürdü kitabı tamamlamam. Ve bugün itibariyle de Kvothe'un hikayesinin 2/3'sini geride bıraktım. İlk iki kitabın ardından çok rahatlıkla söyleyebilirim ki Kralkatili Güncesi son yıllarda okuduğum en iyi fantastik kurgu örneği. Kesinlikle.
Fakat üzülerek de şunu söyleyebilirim ki, harika başlangıcına rağmen Rüzgarın Adı kadar sürükleyici olmamış Bilge Adamın Korkusu. Aslında ortalarına kadar, hatta son 400 sayfaya kadar çok akıcı fakat o noktadan sonra çok sarkıyor. Sarkmasından ziyade problem o kadar ayrıntılı hikayeler okuduktan sonra sonuçta elimize geçen, hikayenin ilerlemesini sağlayan en ufak bir şey olmaması. Rüzgarın Adı'nda Kvothe'un anlattığı her şey sonuçta hikayeyi bir adım daha ileri taşırken, bu kitapta özellikle yarısından sonra malesef aynı doyuruculuğa ulaşmıyor. İlk yarısında da hikayeyi çok ileri taşıyan birşey olmamasına rağmen, ilgi çekici ve sürükleyici. Ama ikinci yarıda birkaç küçük detay dışında ilk yarıda uyandırdığı ilgiyi koruyamıyor. Kitap çok rahatlıkla 200-300 sayfa kısaltılabilir, hikayenin bu denli sarkması engellenebilirmiş. Spoiler vermeden fazla açamam konuyu ama zaten okunduğunda gözden kaçacak gibi değil.
Kvothe'un Ambrose'la olan çekişmesini, Elodin'le olan ilişkisini ve Imre'deki hayatını ilgi çekici buluyorum ve ilk yarı genelde bu konular ve üniversideki hayatıyla ilgili olduğu için ilgiyle okudum. Yer yer Patrick Rothfuss'un yeteneğine hayran kalarak kitabı okumaya ara vermek durumunda bile kaldığım oldu. Çok ama çok yetenekli bir yazar ve eksikliklerine -aslında bu kitap söz konusu olduğunda fazlalıklarına- rağmen beklemediğiniz bir anda söylediği bir cümleyle, kurguladığı bir olay veya kurduğu bir bağlantıyla aklınızı başınızdan alabiliyor.
Kitabın içeriğiyle ilgili beni sıkan öğelerden biri Denna oldu bu kez. Denna. Ah Denna. İlk kitapta da hoşlandığım bir karakter olmamasına rağmenn beni fazla rahatsız etmemişti. Kvothe'un sevdiceği deyip saygı duymuştum ama bu kitapta aynını yapmam mümkün olmadı. Denna'yı tüm kitap boyunca sadece Kvothe için değil okuyucu için de bir zaman kaybı olarak görmekten kendimi alamadım. Belli ki ilişkilerini bir noktaya bağlamak için son kitabı beklemiş Rothfuss ve yine gördüğümüz gibi çok da hoş bağlanmayacağı izlenimini veriyor ama üzerinde bolca vakit harcamaya devam ediyoruz. Rüzgarın Adı'nın açılışında spoiler gözetilmeden Kvothe'un kim olduğunu açıkça söylüyordu Rothfuss buna rağmen, neler olacağını, Kvothe'un neler yapacağını biliyor olmamıza rağmen bir dakika sıkmadan okutmayı başarıyordu. Denna'yla neler olacağını da aşağı yukarı biliyor veya tahmin ediyor olmama rağmen hikayelerinden en ufak zevk almadan, sessiz sedasız kasabayı terk etse de rahat etsek beklentisiyle okudum onun bölümlerini.
Benim için ilginç bir nokta şu oldu ki; Kvothe'un karakteri geliştikçe kendisinden daha fazla Hank Moody tadı almaya başladım. Her hareketi doğru olmayan, genellikle eline yüzüne bulaştıran, kendine fazlasıyla güvenen, çok zeki, yetenekli, bu yüzden de egosunun kontrolü altında ama bir yandan da o şeytan tüyü sayesinde kendini rahatlıkla sevdirebilen, başına gelenlerden bir şekilde minimum hasarla sıyrılabilen bir karakter. Ve etkilenmemek mümkün değil. Bu kendi çevresindekiler için de, okuyucu için de geçerli. O zaman olduğu kişiyi de, şimdi olduğu kişiyi de ilgiyle takip etmekten başka bir şey gelmiyor insanın elinden. Kendine çok fazla bağlıyor. Yine de bu kitapta daha çok karakter gelişimi ve bugün olduğu kişiye nasıl dönüştüğüne dair daha çok bilgi edinmeyi, kendi yorumlarını daha çok duymayı bekliyordum. Kvothe için de ilk kitaptaki derinliği yakalayamamış Rothfuss malesef.
Tabi ki tüm bunlara rağmen Patrick Rothfuss hala okuduğum en iyi anlatıcılardan biri, dili harika kullanıyor ve boyutlarına rağmen son perdesine kadar eğlendirici ve sürükleyici bir kurgu oluşturmuş. Son perdedeki olaylar gerçekten bize tutunabileceğimiz birşeyler veriyor olsaydı, neye ne kadar ağırlık vereceğini biraz daha iyi ayarlayabilmiş olsaydı bu kadar eleştirilecek bir şey olmayacaktı. Rüzgarın Adı gibi muhteşem bir giriş kitabı yazdıktan sonra devam kitabının kurgusunda bu denli bocalamış olmasının kasıtlı yapılmış birşey olduğunu düşünmek istiyorum. Çünkü ilk kitaba bakıldığında neyi ne kadar anlatması gerektiğini başarıyla kurgulayabilmişken ikinci kitapta hikaye için önemli olabilecek konuların üstünden hızla geçmesini ve gerçekten o kadar uzatılmasının bir manası olmayan bölümlerin üstünde yüzlerce sayfa kalmış olmasını başka türlü açıklayamıyorum. İlk kitapta Kvothe'un 15 yılını anlatmışken devam kitabında sadece bir yılını anlatmış olmasının sebebi başka ne olabilir bilmiyorum.
Bu şekliyle 3. kitapta anlatması gereken çok ama çok fazla şey var. Hemen hemen herşeyi son kitaba bırakmış. Bilge Adamın Korkusu'nda bir çok ilginç konu ve karakter var ama hemen hemen hiçbiri ana hikayeye bağlanmıyor. Röportajlarını izlerseniz Rothfuss'un Kvothe'a olan düşkünlüğünü ve hayranlığını rahatlıkla görebilirsiniz. Bu kitap da Kvothe'a övgü niteliğinde olmuş. Eksiği yok fazlası var. Ama olumlu anlamda değil bu kez.
Bast hızla çok ilginç bir karaktere dönüşüyor orası ayrı. Kitabın ikinci yarısında Kvothe'dan ziyade Bast'ı merak ettiğim ve daha fazlasını okumak istediğim zamanlar oldu.
Spoiler vermeden bu kadar yazabiliyorum. yani sonuç olarak, ilk kitabın mükemmelliğini yakalayamamış, yine de genelde sıkmayan okuması keyifli karakterler içeren standart bir geçiş kitabı olmuş Bilge Adamın Korkusu. Biraz hayal kırıklığı yaratmasına rağmen Kvothe hala harika bir hikaye anlatıcı ve kitap okunmaya değer. Şimdi hikayenin son perdesi için Mayıs 2013'ü bekleme zamanı. 

13 Ekim 2011 Perşembe

Geçen gün okula giderken hava yağmurluydu ve üşümüştüm.İçimde hiç bir şey yoktu.Sadece okulun çirkin-beyaz t-shirti vardı.Bende hayıflandım.Ellerimi ellerime kollarıma sürterek ısınmaya çalıştım ve başarız oldum.Sonra ensem ısınsın diye saçlarımı saldım.Biliyorum okula girerken öğretmenler inciğine cıncıığına bakıyor ama çok üşüdüğünde fazla seçeneğin kalmaz.Bende öyle yaptım zaten.Okula girince arkadaşımın üzerinde gri ve düz bir hırka görünce onun da fazla seçeneği kalmadı tabi.Aldım geçirdiim üzerime.Sonra güzel sıcacık sırada hazır ol rahat kısmını geçerken saçlarımı da bir güzel topladım.Güzel öğrenci kılığına girdim tabi.Sonra bizim bir tane felsefik takılan felsefe öğretmenimiz var.Yani felsefik takılması normal tamam ama her felsefecinin öyle kavanoz dibi gözlük takmadığına eminim like my name.Neyse aldı hırkayı.Neymiş formaya uygun bir hırka giyecekmişiz.Kardeşim,canım,sen gidip nerde bulunmaz bir renk var allahın lacivertini formanın pantolonuna koyarsan bende gidip renk seçeneklerini kısıtlarım yani.Yap şöyle gri bi etek yada pantolon bende ona uygun bulayım.Pembe eteğe de aynı şekilde.Çok dertlendim sorma.

Sonra tüm günü Ezra'nın kolu altında geçirdim.Bakıyorum tenefüste tek oturuyor.Yaslıyorum sırtımı kıza.Isıt beni diyorum o da hakkıyla eni ısıtmayı beceriyor yani.Sonra ertesi gün annemin hırkasını giydim.O günde sen git alışveriş merkezinde unut hırkayı.Annem gitti aramaya.Almışlar tabi bırakıyorlar mı.Annem de köpürdü köpürdü.Çok kızdı...

Bu aşk meşk olayları da uzak dursun istiyorum ben aslında.Sonra bir bakmışım birinden hoşlanıyor gibiyim.Ama geçiyor sonra yani,hemen hemen hiç aşık olmadım.Evet hiç olmadım sanırım.Çok sevmiş olabilrim ama aşık olmadım.Evet kesin kararlıyım.Olsam bilirdim.Kesin bilirdim yani.

17 Eylül 2011 Cumartesi

Bir kız

Bugün kız gördüm, konuşmuyordu. Yaşıtlarına göre çok suskun, köşeye kıvrılmış, elinde tepsi. Halbuki kalabalık bir aile, her kafadan ses, curcuna, rabarba. Niye o kadar sessiz olduğunu sordum, kimsenin beni dinlemek istediğini sanmıyorum dedi, belki biraz daha az edebi bir dille ama mahcup, pırıl pırıl, kızçocuk. Dışlandığı için içlenmiş gibi. En yakınları hayattaki en'lerden bahsederken onu unutmuşlar, ilk ve tek'lerden söz ederken onu atlamışlar gibi. Salt ihmal ve gözardı edilmiş, kıymeti azaltılmaya çalışılmış, "amma kafa ütüledin" denip savuşturulmuş, "senin lanetli dudakların bizim temiz kulaklarımızı tırmalayamaz" söylenip susturulmuş, adeta diri diri gömülmüş gibi bugün kız gördüm.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Polyanna

Dün bir arkadaşımdan sürekli neşeli olunması gerektiğini duydum.İnsan zor durumlarda da her zaman gülümsemeliymiş.Herşeye rağmen bir kahkaha patlatmalıymış.Bence biraz mantıksız.İnsan her durumda mutlu olmayı beceremez ki...Kendini zorlasa da olmaz bence.Sonuçta insanın karşısına hep keyifenip de bir çay alıp izlenesi olaylar çıkmaz.Mesela ben D&R'ye gidip eli boş dönünce çok üzülüyorum.Ya da sürekli kız kardeşimle kavga etmemiz beni çıldırtıyor.Nedense sürekli mutsuzum,artık daha fazlası olmaz derken bir bakıyorum daha beteri ile karşılaşıyorum.Hani Pucca günlük falan varya hani şu buram buram atıptutma kokan.Hıh işte onlardan değil benim blogum.Pek kimse de takip etmiyor zaten.Sadece içimi döküyorum.

Neyse konuma geri döneyim.Mesela tüm yıl Kocaeli diye tutturmuş olmama rağmen şimdi ne hissettiğimi bilmiyorum.Örneğin Kocaeli'den Hatay'a geldikten sonra çok şey değişti.Bir düzen kurdum orada.Şimdi önemsediğim ya da hayatıma girmesine izin verdiğim insanlar var.Ne kadar önemsediğimi tam olarak bilmesem de benim için değerli oldukları kesin.En azından bana hissettiğimden daha değerli olduğumu anlattılar.Öyle beni karşlılarına alıp değil.Bir omuz ya da göz yaşı silecek bir mendil.Ha bunu yapan sadece birkaç kişiydi.Ama o bir kaç kişinin ömürüm boyunca yanımda olmasını istiyorum.İstanbulda,Kocaeli'de...Bir Alo ya da sms uzakta...

Demek istediğim sürekli Pollyanna'cılık oynamaya gerek yok.Ne hissediyorsan osun.Ben ağlarken kahkaha atmam.

26 Nisan 2011 Salı

Kitap okumayı sevdiğimi anlamışsınızdır herhalde.Dün bir arkadaşımdan kitap aldım.Yani o bana okumam için ödünç verdi.Neyse işte,aynı şey zaten.Şu anda yukarıda resmini zaten görmüş olduğunuz kitap;Ateş böceği yolu.Yazarı Kristin Hannah.Hayatımda okuduğum nice kitaptan en değerlisi diyebilirim.Oldukça ince eleyip sık dokunmuş bir kitap.İlk başta elime aldığımda kapağının oldukça basit olduğunu düşünmüştüm.Üzerindeki kız resimlerinin rastgele seçildiğini.Aldım kitabı elimde.Elimde çayım kulağımda tıkaçlarım.Ne güzel ses yok bir şey yok.Neyse efenim açtım sayfalarını.Hani yazarlar en başta yazılar yazarlar ya,güzel sözler falan.Bu kitaptada "Yaşlı bir dost,en iyi aynadır. -GEORGE HERBERT" yazıyordu.Bir an yüreğime yumru oturmuş gibi hissettim,neyse geçtim bu sayfayıda.Allahım! Bu kadında bir yazım var,ama ağla ağla ağla ağla öl yani.O derece bir betimleme yapıyor,duyguları iyi yansıtıyor ki insan ağlamaktan ve eli ayağı titremekten başka bir şey yapamıyor.Kitabın konusu şöyle:İki tane kız var:Talullah (Tully) ve Katie (Kate)
.Kate okulun sıradan,silik tiplerinden.Ama Tully okulun en popüler kızı.Sonra bunların yakın arkadaşlıklarını anlatıyor kitapta.Genelde hep Tully'e göre şekilleniyor hikaye.Ama her nedense Kate hiç arka planda kalmıyor.Hep arkadaşının yanında.Bunlar üniversiteye birlikte gidiyorlar.Tully Johnny diye biri ile çalışıyor.Adam buna aşık ama kız buna bakmıyor.Kate de bu oğlana aşık oluyor.Bir gece adamla Tully birlikte oluyorlar.Kate de bunları duyuyor falan.Kız ağla ağla ağla.Ay yazık ya..Ah ah!
Neyse sonra kız söylüyor adama sevdiğini bunlar aşık ooluyorlar birbirlerine.Evleniyorlar.Tully ünlü bir muhabir oluyor.Tully ev hanımı oluyor.Bir kızı iki de ikiz oğulları var.Sürekli ev işi,stres falan derken yıllar geçiyor.Bunlar neredeyse 40 yaşlarına yaklaşıyorlar.Kate meme kanserine yakalanıyor.bunu öğrendim ya ,yıkıldım.Resmen yıkıldım.Dedim neden mutsuz son ile bitmek zorunda.Çünkü bu iki kız küçüklüklerinde hep zorluklara birlikte göğüs geriyorlar.Örneğin Tully tecavüze uğruyor,annesini tanımıyor,büyük annesi bakıyor ona,büyük annesi ölüyor falan.Kate hep ikisi birlikteZaten kitap da adını bir yokuştan alıyor.Orada gece olduğunda bisikletlerle aşağı iniyorlar.Elleri bırakıyorlar ve uçarcasına o yokuşu iniyorlar.Kitapta aynen şu cümle var. "Gece ile birlikte olmuştuk.Tully önden kahkaha attı.Rüzgar sesini bana taşırken korkmadım;ellerimi çekip geceye karıştım"
Mükemmel bir kitap.En son Kate ölüyor ne yazık ki.Ölmeden evvel Tully'e bir mektup bırakıyor.


Sevgili Tully,
Benim kahrolası cenazeme dayanamayacağını biliyorum.Çünkü sahnede olan sen değilsin.Umarım en azından resimlerimi rötuşlattırmışsındır.Sana söylemem gereken çok fazla şey var ama ömrümüz boyunca hepsini söyledik zaten.
Benim için Johnny'e ve çocuklara göz kulak ol,tamam mı?Oğlanlara nasıl centilmen olacaklarını,Marah'a güçlü olmayı öğret.Hazır olduklarında onlara günlüğümü ver ve sorduklarında beni anlat.Gerçekleri de.Herşeyi bilmelerini istiyorum.
Senin için herşey çok zor olacak.En çok üzüldüğüm şeylerden biri de bu.Bu yüzden sana mezarımdan gönderdiğim mektubumda asıl söylemek istediğim şey şu(Çok dramatik değil mi?):
Seni terk ettiğimi düşüneceksin ,biliyorum ama bu doğru değil.Tek yapman gereken Ateşböceği Yolu'nu hatırlamak;o zaman beni yanı başında bulacaksın.
Her zaman bir TullyileKate olacak.

SDD (Sonsuza kadar dost)
Kate.


tamam dedim ağlamaya başladım resmen.Okulda bitti bu kitap.Öküz gibi ağlamaya başlayınca arkadaşım sordu.Neyse işte en son bitti.Ama bende bittim.Sorar mısın ki bu kitap için değerlendirmen ne,okunur mu?
Okunur.İlk üç kitap sıralamam arasında birinci sırada.Daha iyisini okuyana kadar..

You are the dancing queen, youngsweet, only seventeen 
 Sen bir dans kraliçesisin.,genç ve tatlı,sadece on yedi yaşında



20 Nisan 2011 Çarşamba

Here comes the rain again..
-Yine yağmur geliyor..
Raining in my head like a tragedy..
-Üstüme trajedi gibi yağıyor..
Tearing me apart like a new emotion..
-Yeni bir duygunun parçasıymış gibi ağlayarak.. 


Grubun gideri var gerçekten.Hypnogaja ismi garip değil mi? Aslına bakarsan gidipte asla anlamını araştırmadım.Ama telaffuzu "Hiypnogaja" olmalı.Dudaklar bir yana bir öne...Neyse.Here comes the rain again coverlarıyla aşmış grup.İlk Merve'den duydum.Bu şarkının onda ap ayrı bir yeri var,biliyorum.Ama bende hastası oldum o ayrı.O adamın gırtlağından kopup gelen ses tonu yok mu ? Öldüğüm yerdir.Hani nakarattada yada son nakaratta demeliyim,o kısıma ölüyorum.Sanki gel birlikte çığıralım diyor.Gerçi şarkı bitince annemin genel anne-repliklerini dinliyorum o ayrı. "Yırttı gene bir taraflarını"

Allah Allah...İnsanın genel olarak cins bir annesi varsa insan öflemesin püflemesinde ne yapsın? "Anneye karşı gelinmez,sus bakayım" İnsan böyle melül melül bakıp "Amma da yaptın yani" demesi geliyor.Ama cık!Sakın öyle bir şey demeye kalkmayın.Çünkü o zaman da "Birde karşılık veriyor" cevabını alırsınız.En iyisimi susun.Ben öyle yapıyorum.Gerçi her anne de değil de benim annemde işe yaramıyor. "Ne biçim bakıyorsun öyle ? Senin bir ifadesi z bakışın var zaten... -taklidimi yapar- böyle kayıtsız.Korkarım kızım ben.Yapma şöyle.Anneyim ben.Kalbime iner." İnsanın içinden bu kadar duygu sömürüsüne "Yuh yani,hakikaten yuuuuh!"diye bağırması gelse de sus.Sakın ha sesini çıkarma.Genelde elindeki vilada sopasını kafana atmak isteseler de sen karşılık vermessen kalkar giderler.Homurdanırlar o ayrı.Sonra 2. altın kural;asla ama asla anneye-babaya iyi not alsanda söyleme,eğer matematiğin kötüyse.Bakınız efenim;kızımız ingilizcede 95 almıştır.O kadar sevinçlidir ki eve uçarak gelmiştir.
-Baba!Bırak televizyonu da beni dinle.İngilizceden 95 aldım!Sınıfın en yüksek notu!
-Aferim benim kızıma.
-Herkes beni çok kıskandı,hocalar tebrik etti.Çok mutluyum,sözlü notu garantiiiii.
-Matematik kaçtı?
-Televizyonda ne var demiştin?
Demek istediğim siz isterseniz ağzınızla kuş tutun yine de yaranamazsınız.Kardeşim orda ingilizce notuna sevinsene neden matematiği araya katıyorsun?Hayır bırak sevineyim,bi' mutluyum bi sevinçliyim ne diye bozuyorsun adamı değil mi ?
baksana konu nerden nereye gelmiş.Hypogaja'dan girdik nerden çıktık.Neyse yakında yine yazarım.Bu arada çok yazım hatası yaptım galiba...
Sevgiler,Saygılar,Yeşil Kelebekler...
Maimai