24 Ağustos 2012 Cuma

Bilge Adamın Korkusu |The Wide Man's Fear

Her güzel şeyin bir sonu var nihayetinde. Kvothe'dan ayrılmak istemiyor olmamın verdiği ayak sürüme, ağırdan alma hissiyle birlikte toplamda iki dönüden biraz daha uzun sürdü kitabı tamamlamam. Ve bugün itibariyle de Kvothe'un hikayesinin 2/3'sini geride bıraktım. İlk iki kitabın ardından çok rahatlıkla söyleyebilirim ki Kralkatili Güncesi son yıllarda okuduğum en iyi fantastik kurgu örneği. Kesinlikle.
Fakat üzülerek de şunu söyleyebilirim ki, harika başlangıcına rağmen Rüzgarın Adı kadar sürükleyici olmamış Bilge Adamın Korkusu. Aslında ortalarına kadar, hatta son 400 sayfaya kadar çok akıcı fakat o noktadan sonra çok sarkıyor. Sarkmasından ziyade problem o kadar ayrıntılı hikayeler okuduktan sonra sonuçta elimize geçen, hikayenin ilerlemesini sağlayan en ufak bir şey olmaması. Rüzgarın Adı'nda Kvothe'un anlattığı her şey sonuçta hikayeyi bir adım daha ileri taşırken, bu kitapta özellikle yarısından sonra malesef aynı doyuruculuğa ulaşmıyor. İlk yarısında da hikayeyi çok ileri taşıyan birşey olmamasına rağmen, ilgi çekici ve sürükleyici. Ama ikinci yarıda birkaç küçük detay dışında ilk yarıda uyandırdığı ilgiyi koruyamıyor. Kitap çok rahatlıkla 200-300 sayfa kısaltılabilir, hikayenin bu denli sarkması engellenebilirmiş. Spoiler vermeden fazla açamam konuyu ama zaten okunduğunda gözden kaçacak gibi değil.
Kvothe'un Ambrose'la olan çekişmesini, Elodin'le olan ilişkisini ve Imre'deki hayatını ilgi çekici buluyorum ve ilk yarı genelde bu konular ve üniversideki hayatıyla ilgili olduğu için ilgiyle okudum. Yer yer Patrick Rothfuss'un yeteneğine hayran kalarak kitabı okumaya ara vermek durumunda bile kaldığım oldu. Çok ama çok yetenekli bir yazar ve eksikliklerine -aslında bu kitap söz konusu olduğunda fazlalıklarına- rağmen beklemediğiniz bir anda söylediği bir cümleyle, kurguladığı bir olay veya kurduğu bir bağlantıyla aklınızı başınızdan alabiliyor.
Kitabın içeriğiyle ilgili beni sıkan öğelerden biri Denna oldu bu kez. Denna. Ah Denna. İlk kitapta da hoşlandığım bir karakter olmamasına rağmenn beni fazla rahatsız etmemişti. Kvothe'un sevdiceği deyip saygı duymuştum ama bu kitapta aynını yapmam mümkün olmadı. Denna'yı tüm kitap boyunca sadece Kvothe için değil okuyucu için de bir zaman kaybı olarak görmekten kendimi alamadım. Belli ki ilişkilerini bir noktaya bağlamak için son kitabı beklemiş Rothfuss ve yine gördüğümüz gibi çok da hoş bağlanmayacağı izlenimini veriyor ama üzerinde bolca vakit harcamaya devam ediyoruz. Rüzgarın Adı'nın açılışında spoiler gözetilmeden Kvothe'un kim olduğunu açıkça söylüyordu Rothfuss buna rağmen, neler olacağını, Kvothe'un neler yapacağını biliyor olmamıza rağmen bir dakika sıkmadan okutmayı başarıyordu. Denna'yla neler olacağını da aşağı yukarı biliyor veya tahmin ediyor olmama rağmen hikayelerinden en ufak zevk almadan, sessiz sedasız kasabayı terk etse de rahat etsek beklentisiyle okudum onun bölümlerini.
Benim için ilginç bir nokta şu oldu ki; Kvothe'un karakteri geliştikçe kendisinden daha fazla Hank Moody tadı almaya başladım. Her hareketi doğru olmayan, genellikle eline yüzüne bulaştıran, kendine fazlasıyla güvenen, çok zeki, yetenekli, bu yüzden de egosunun kontrolü altında ama bir yandan da o şeytan tüyü sayesinde kendini rahatlıkla sevdirebilen, başına gelenlerden bir şekilde minimum hasarla sıyrılabilen bir karakter. Ve etkilenmemek mümkün değil. Bu kendi çevresindekiler için de, okuyucu için de geçerli. O zaman olduğu kişiyi de, şimdi olduğu kişiyi de ilgiyle takip etmekten başka bir şey gelmiyor insanın elinden. Kendine çok fazla bağlıyor. Yine de bu kitapta daha çok karakter gelişimi ve bugün olduğu kişiye nasıl dönüştüğüne dair daha çok bilgi edinmeyi, kendi yorumlarını daha çok duymayı bekliyordum. Kvothe için de ilk kitaptaki derinliği yakalayamamış Rothfuss malesef.
Tabi ki tüm bunlara rağmen Patrick Rothfuss hala okuduğum en iyi anlatıcılardan biri, dili harika kullanıyor ve boyutlarına rağmen son perdesine kadar eğlendirici ve sürükleyici bir kurgu oluşturmuş. Son perdedeki olaylar gerçekten bize tutunabileceğimiz birşeyler veriyor olsaydı, neye ne kadar ağırlık vereceğini biraz daha iyi ayarlayabilmiş olsaydı bu kadar eleştirilecek bir şey olmayacaktı. Rüzgarın Adı gibi muhteşem bir giriş kitabı yazdıktan sonra devam kitabının kurgusunda bu denli bocalamış olmasının kasıtlı yapılmış birşey olduğunu düşünmek istiyorum. Çünkü ilk kitaba bakıldığında neyi ne kadar anlatması gerektiğini başarıyla kurgulayabilmişken ikinci kitapta hikaye için önemli olabilecek konuların üstünden hızla geçmesini ve gerçekten o kadar uzatılmasının bir manası olmayan bölümlerin üstünde yüzlerce sayfa kalmış olmasını başka türlü açıklayamıyorum. İlk kitapta Kvothe'un 15 yılını anlatmışken devam kitabında sadece bir yılını anlatmış olmasının sebebi başka ne olabilir bilmiyorum.
Bu şekliyle 3. kitapta anlatması gereken çok ama çok fazla şey var. Hemen hemen herşeyi son kitaba bırakmış. Bilge Adamın Korkusu'nda bir çok ilginç konu ve karakter var ama hemen hemen hiçbiri ana hikayeye bağlanmıyor. Röportajlarını izlerseniz Rothfuss'un Kvothe'a olan düşkünlüğünü ve hayranlığını rahatlıkla görebilirsiniz. Bu kitap da Kvothe'a övgü niteliğinde olmuş. Eksiği yok fazlası var. Ama olumlu anlamda değil bu kez.
Bast hızla çok ilginç bir karaktere dönüşüyor orası ayrı. Kitabın ikinci yarısında Kvothe'dan ziyade Bast'ı merak ettiğim ve daha fazlasını okumak istediğim zamanlar oldu.
Spoiler vermeden bu kadar yazabiliyorum. yani sonuç olarak, ilk kitabın mükemmelliğini yakalayamamış, yine de genelde sıkmayan okuması keyifli karakterler içeren standart bir geçiş kitabı olmuş Bilge Adamın Korkusu. Biraz hayal kırıklığı yaratmasına rağmen Kvothe hala harika bir hikaye anlatıcı ve kitap okunmaya değer. Şimdi hikayenin son perdesi için Mayıs 2013'ü bekleme zamanı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder