Bilge Adamın Korkusu
Her
güzel şeyin bir sonu var nihayetinde. Kvothe'dan ayrılmak istemiyor
olmamın verdiği ayak sürüme, ağırdan alma hissiyle birlikte toplamda iki
dönüden biraz daha uzun sürdü kitabı tamamlamam. Ve bugün itibariyle de
Kvothe'un hikayesinin 2/3'sini geride bıraktım. İlk iki kitabın
ardından çok rahatlıkla söyleyebilirim ki Kralkatili Güncesi son
yıllarda okuduğum en iyi fantastik kurgu örneği. Kesinlikle.
Fakat
üzülerek de şunu söyleyebilirim ki, harika başlangıcına rağmen Rüzgarın
Adı kadar sürükleyici olmamış Bilge Adamın Korkusu. Aslında ortalarına
kadar, hatta son 400 sayfaya kadar çok akıcı fakat o noktadan sonra çok
sarkıyor. Sarkmasından ziyade problem o kadar ayrıntılı hikayeler
okuduktan sonra sonuçta elimize geçen, hikayenin ilerlemesini sağlayan
en ufak bir şey olmaması. Rüzgarın Adı'nda Kvothe'un anlattığı her şey
sonuçta hikayeyi bir adım daha ileri taşırken, bu kitapta özellikle
yarısından sonra malesef aynı doyuruculuğa ulaşmıyor. İlk yarısında da
hikayeyi çok ileri taşıyan birşey olmamasına rağmen, ilgi çekici ve
sürükleyici. Ama ikinci yarıda birkaç küçük detay dışında ilk yarıda
uyandırdığı ilgiyi koruyamıyor. Kitap çok rahatlıkla 200-300 sayfa
kısaltılabilir, hikayenin bu denli sarkması engellenebilirmiş. Spoiler
vermeden fazla açamam konuyu ama zaten okunduğunda gözden kaçacak gibi
değil.
Kvothe'un
Ambrose'la olan çekişmesini, Elodin'le olan ilişkisini ve Imre'deki
hayatını ilgi çekici buluyorum ve ilk yarı genelde bu konular ve
üniversideki hayatıyla ilgili olduğu için ilgiyle okudum. Yer yer
Patrick Rothfuss'un yeteneğine hayran kalarak kitabı okumaya ara vermek
durumunda bile kaldığım oldu. Çok ama çok yetenekli bir yazar ve
eksikliklerine -aslında bu kitap söz konusu olduğunda fazlalıklarına-
rağmen beklemediğiniz bir anda söylediği bir cümleyle, kurguladığı bir
olay veya kurduğu bir bağlantıyla aklınızı başınızdan alabiliyor.
Kitabın
içeriğiyle ilgili beni sıkan öğelerden biri Denna oldu bu kez. Denna.
Ah Denna. İlk kitapta da hoşlandığım bir karakter olmamasına rağmenn
beni fazla rahatsız etmemişti. Kvothe'un sevdiceği deyip saygı duymuştum
ama bu kitapta aynını yapmam mümkün olmadı. Denna'yı tüm kitap boyunca
sadece Kvothe için değil okuyucu için de bir zaman kaybı olarak
görmekten kendimi alamadım. Belli ki ilişkilerini bir noktaya bağlamak
için son kitabı beklemiş Rothfuss ve yine gördüğümüz gibi çok da hoş
bağlanmayacağı izlenimini veriyor ama üzerinde bolca vakit harcamaya
devam ediyoruz. Rüzgarın Adı'nın açılışında spoiler gözetilmeden
Kvothe'un kim olduğunu açıkça söylüyordu Rothfuss buna rağmen, neler
olacağını, Kvothe'un neler yapacağını biliyor olmamıza rağmen bir dakika
sıkmadan okutmayı başarıyordu. Denna'yla neler olacağını da aşağı
yukarı biliyor veya tahmin ediyor olmama rağmen hikayelerinden en ufak
zevk almadan, sessiz sedasız kasabayı terk etse de rahat etsek
beklentisiyle okudum onun bölümlerini.
Benim
için ilginç bir nokta şu oldu ki; Kvothe'un karakteri geliştikçe
kendisinden daha fazla Hank Moody tadı almaya başladım. Her hareketi
doğru olmayan, genellikle eline yüzüne bulaştıran, kendine fazlasıyla
güvenen, çok zeki, yetenekli, bu yüzden de egosunun kontrolü altında ama
bir yandan da o şeytan tüyü sayesinde kendini rahatlıkla sevdirebilen,
başına gelenlerden bir şekilde minimum hasarla sıyrılabilen bir
karakter. Ve etkilenmemek mümkün değil. Bu kendi çevresindekiler için
de, okuyucu için de geçerli. O zaman olduğu kişiyi de, şimdi olduğu
kişiyi de ilgiyle takip etmekten başka bir şey gelmiyor insanın elinden.
Kendine çok fazla bağlıyor. Yine de bu kitapta daha çok karakter
gelişimi ve bugün olduğu kişiye nasıl dönüştüğüne dair daha çok bilgi
edinmeyi, kendi yorumlarını daha çok duymayı bekliyordum. Kvothe için de
ilk kitaptaki derinliği yakalayamamış Rothfuss malesef.
Tabi
ki tüm bunlara rağmen Patrick Rothfuss hala okuduğum en iyi
anlatıcılardan biri, dili harika kullanıyor ve boyutlarına rağmen son
perdesine kadar eğlendirici ve sürükleyici bir kurgu oluşturmuş. Son
perdedeki olaylar gerçekten bize tutunabileceğimiz birşeyler veriyor
olsaydı, neye ne kadar ağırlık vereceğini biraz daha iyi ayarlayabilmiş
olsaydı bu kadar eleştirilecek bir şey olmayacaktı. Rüzgarın Adı gibi
muhteşem bir giriş kitabı yazdıktan sonra devam kitabının kurgusunda bu
denli bocalamış olmasının kasıtlı yapılmış birşey olduğunu düşünmek
istiyorum. Çünkü ilk kitaba bakıldığında neyi ne kadar anlatması
gerektiğini başarıyla kurgulayabilmişken ikinci kitapta hikaye için
önemli olabilecek konuların üstünden hızla geçmesini ve gerçekten o
kadar uzatılmasının bir manası olmayan bölümlerin üstünde yüzlerce sayfa
kalmış olmasını başka türlü açıklayamıyorum. İlk kitapta Kvothe'un 15
yılını anlatmışken devam kitabında sadece bir yılını anlatmış olmasının
sebebi başka ne olabilir bilmiyorum.
Bu
şekliyle 3. kitapta anlatması gereken çok ama çok fazla şey var. Hemen
hemen herşeyi son kitaba bırakmış. Bilge Adamın Korkusu'nda bir çok
ilginç konu ve karakter var ama hemen hemen hiçbiri ana hikayeye
bağlanmıyor. Röportajlarını izlerseniz Rothfuss'un Kvothe'a olan
düşkünlüğünü ve hayranlığını rahatlıkla görebilirsiniz. Bu kitap da
Kvothe'a övgü niteliğinde olmuş. Eksiği yok fazlası var. Ama olumlu
anlamda değil bu kez.
Bast
hızla çok ilginç bir karaktere dönüşüyor orası ayrı. Kitabın ikinci
yarısında Kvothe'dan ziyade Bast'ı merak ettiğim ve daha fazlasını
okumak istediğim zamanlar oldu.
Spoiler
vermeden bu kadar yazabiliyorum. yani sonuç olarak, ilk kitabın
mükemmelliğini yakalayamamış, yine de genelde sıkmayan okuması keyifli
karakterler içeren standart bir geçiş kitabı olmuş Bilge Adamın Korkusu.
Biraz hayal kırıklığı yaratmasına rağmen Kvothe hala harika bir hikaye
anlatıcı ve kitap okunmaya değer. Şimdi hikayenin son perdesi için Mayıs
2013'ü bekleme zamanı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder